Stephen Hawking ve İlginç Hayatı

Hayal edin. Çok zeki bir öğrencisiniz. Hayatınızın en güzel dönemleri olan üniversite yıllarında amansız bir hastalığa yakalanmış. Bu öyle bir hastalık ki yürümeni, konuşmanı yaptığın en küçük hareketleri bile etkiliyor. Bütün yaşadığı kötü olaylara rağmen düşünmeyi, araştırmayı, öğrenmeyi hiç bırakmamış. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumuş. Uzayın bilinmeyenlerini öğrenmek için bir ömür geçirmiş.

Onun yerinde olsaydınız fiziksel durumunuza rağmen bütün bunları başarabilir miydiniz?

Hawking'in motor nöron denen bir hastalığı vardı. Bu hastalık beyin ve omurilikteki sinir hücrelerini etkileyen ve istemli kas hareketinin kontrolünün kaybına neden olan ilerleyici bir sinir sistemini etkiliyordu. En parlak yıllarında Cambridge'de çok başarılı bir öğrenciydi.

Giriş mülakatında on başarılı öğrenciye bölüme alım için on zor soru sorulmuş ve 2 gün süre verilmiş. Bu 2 günde bütün öğrenciler soruların cevabını bulmak için yanıp tutuşurken Hawking cevapların sunulacak olduğu gün okula gitmesine 1 saat kala masaya oturup 30 dakika uğraşarak on sorunun dokuzunu çözmüş.

Okula vardığında öğrenciler kaç soruyu çözebildiklerini öğretmenlerine anlatırken sıra Hawking'e gelmiş. Herkes 1-2 soru çözmüşken o on sorunun dokuzunu çözebilmiş.

Tabii durum böyle olunca öğretmenlerin çok dikkatini çekmiş ve ondan bir proje konusu seçmesini istemişler. En başta kara delikleri seçmiş ve bu konu hakkında bütün dünyadan gelen akademisyenlere sunum yapmış. Sunumunda seçtiği konu olan kara delikler hakkında aslında o kadar kara olmadıklarını ve ışık yaydıklarını söylemiş ama engelli olduğu için çoğu kişi onu dikkate almamıştı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden gelen bir Fizik Profesörü söylediklerinin tamamen doğru olduğunu söylemiş. Bir süre sonra profesöre gidip proje konusu değiştirmek istediğini söylemiş ve konuyu zaman ile değiştirmiş. İşte bir kitap yazma fikri böyle ortaya çıkmış.

Hayatının büyük bir kısmını tekerlekli sandalyelerde geçiren Hawking teknolojinin gelişmesiyle beynine yerleştirilen bir çip sayesinde sesini insanlara tekrar duyurabilmeye başladı.

Peki sesini nasıl kaybetti?

Hawking'in kendisi kadar özel hayatıda ilginç. Üniversite yıllarında tanıştığı ve hastalığından dolayı çok hızlı bir şekilde evlendiği Jane yıllarca ona baktı. Çocukları oldu ikisine birlikte baktı ama en sonunda dayanamadı ve Elaine adında bir konuşma uzmanı tuttu. Jane bu sırada Hristiyan kilise operasına gidiyordu ve orda orkestranın şefi olan Jonathan ile tanıştı ve Elaine ile Hawking'in dostluğunu kıskanan Jane Elaine'i bir süre için işten çıkardı ve Jonathan'ı bakıcı olarak işe aldı.

Jonathan ve Jane'in aralarında ki ilişkiyi gören Hawking bu duruma hiç ses çıkarmadı. Bir gün çocukları Elaine ile kampa gönderen Jane bir anda karşısında Jonathan'ı buldu ve Jonathan Jane'e olan duygularını orada açıkladı. Kısa bir süre sonrada evlendiler bu sırada Hawking'de Elaine'ne açıldı onlarda bir süre sonra evlendiler.

Bu olaylardan sonra Hawking'e dünyanın en önemli operalarından birine iki kişilik bir davet geldi ve davete Elaine ile birlikte gittiler. Opera'da Hawking bir kriz geçirmeye başladı ve hemen hastahaneye kaldırıldı. Ameliyat'da ses telleri alındı ve sesini böyle kaybetti.

Bir bilgisayar barındıran tekerlekli sandalyesiyle dünyanın en büyük problemlerini çözmeye çalıştı. Yaşadığı döneme göre çok ileri teknoloji olan sesli betimleme sistemi barındırıyordu. Bu bilgisayar sayesinde sesini insanlara duyurabilmeye başladı.

Dünya'nın en prestijli konferanslarında yer aldı. Kendi halinde kurmuş olduğu ceviz boyutunda ki kişisel alanında ömrünü geçirdi. 20 yaşında daha önce Albert Einstein'a ait olan bir konuma getirildi ve J.J Thomson ve Rutherford'un kullandığı laboratuvar Hawking'in odası haline getirildi. 22  yaşında bu bölümde profesör oldu.

Ne kadar bugün onun ile ilgili bir gün olmasada böyle bir insanın anılması gerektiğini düşünüyorum. O hayata 1-0 yenik başlamışken akıl sır erdirilemeyecek noktalara geldi. Diğer bilim insanlarımızın nezdinde Hawking'i sevgi ve saygı ile anıyorum. Bu yazı bilim insanlarına bir saygı duruşudur...

Yazar
Yiğit Tüysüz

0 yanıt Bir yanıt yazın

Yanıtınızı Bırakın